KURALSIZ KADER ÖRÜNTÜSÜ

BÖLÜM 1: HOŞ GELDİN HOŞÇA KAL PARADOKSU

Huzur ve sessizlik içindeki gece, sabaha karşı gündüzü bekliyordu. Genç adam ise eline aldığı kocaman bir kaldırım taşı ile emanetçi dükkanının tam karşısında ayakta durmaktaydı. Ama yalnız değildi. Yanında öylece duran bir sokak köpeği vardı ve genç adam onun hizasına eğildi. Sokak köpeğinin gözlerinin içine bakarak başını okşadı ve onu sevdi. Ve doğrularak elindeki kocaman kaldırım taşını emanetçi dükkanının camına fırlattı.

 

Artık huzur içindeki gece sessizliğini bozmuştu. Sokak ise siren sesleri ile dolmuştu. Genç adam kırılan cama bakarken sokak artık eskisi kadar sessiz değildi ve acele etmeliydi.

 

Genç adam kırılan cam aralığından, kırık camları ve onurunu da çiğneyerek yöneldi dükkana. Delirmişçesine kasalarda nakit para aradı ama bulamadı. Çaresizlik ve endişe içinde sağı solu hızlıca talan etmekten hiç çekinmedi. Ve nihayet nakit para olmasa da para edecek birkaç parça mücevher buldu ve onları hızlıca ceplerine doldurdu.

 

Dükkanı hemen terk etmeliydi. Dükkandan çıkarken tezgahın arkasında vitrinde bir şeyler parıldadı gözüne ve vitrine yöneldi. Bir inci kolye, parlak, saf ve temiz olarak orada öylece sanki genç adamı bekliyordu. Biraz yorulmuş ve aşınmış ta olsa, inci kolyenin ucundaki bir kalp, incilere hayat veriyordu. Genç adam vitrin camını da kırarak inci kolyeyi aldı. Oradan uzaklaşmak için dükkandan hızla çıktı.

 

Sokaktaki siren seslerine ayak ve konuşma sesleri de eşlik etmişti. Bazı meraklı göz ve kulaklar camlarda çoktan yerlerini almışlardı. Polislerin ayak sesleri ise çok yaklaşmıştı. Ve patlayan bir sesle kovalamaca başladı. -İşte orada, orada, yakalayın, hırsız var!

 

Sabah gün ağarmasına yakındı ve iki polis arkada genç adam önde kovalamaca devam ediyordu. Polisin dur ihtarı sokakta yankılansa da genç adamın duyduğu tek şey, beynindeki kalp atışlarının ritmiydi. O sırada kovalamacaya biri daha katılacaktı. “O” siyah beyaz dünyasından koşarak geldi ve kovalamacaya yetişti. Polislerden birini hırsla yere indirdi.

 

“Onun” dünyası sahiplik ve sadakat üzerine kuruluydu. Gecenin içindeki yalnızlık ve soğukta, genç adamın onu ısıtan kısacık sevgisi, içindeki sadakat ve koruma güdüsünü ateşlemişti bir kere. Duramazdı!

 

Koruma içgüdüsü ile polisi bacağından kaparak yere yıkmıştı. Dişleri bir bıçak keskinliğinde polisin bacaklarına tamamen geçmişti. Polis elleri ile bacağını kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Acı ise polis için artık katlanılamaz hale dönüşmüştü. Yere düşen tabancasına zorla uzandı ve bir el ateş etti. “O” son nefesini verirken de kilitlenen çenesini açmadı. “Onun” adı yoktu ve “o” bir sokak köpeğiydi. “O” insanlar gibi sadakatini hiçbir şeye satmaz ve değişmezdi.

 

O sırada otoyol kenarında, ihtişamlı boyu ile uzanan, belki 300 yıllık bir çınar ağacında konaklayan göçmen kuşlar, silah sesinden korkup, uyanarak havalandılar. Çınar yıllardır, gururla, orada, öylece durarak kervanlara, insanlara, hayvanlara hizmet etmiş ve bundan hiç bıkmamıştı. Zamana, doğaya ve insanlara meydan okuyarak yükselmeye devam etmişti. Kudretli kolları ve tüm yaprakları ile, yakında doğacak güneşi karşılama sevinci içerisindeydi. Birazdan bu sevinç ile, acı, korku ve kanın yer değiştireceğini bilemeden, her zamanki yerinde güneşini beklemeye koyuldu.

 

O sırada otoyol üzerinde bir ambulans, sabaha karşı, acil bir hastaya kan ve can taşımakla meşguldü. Siren sesleri otoyolun bir tarafında yer edinen şehre vurup yankılanarak, diğer taraftaki ormana dönüyor ve orada yaşayanları rahatsız ediyordu. Ambulans ise bu konuda rahat, olabildiğince hızlıydı ve buna alışkındı.

 

Kovalamaca ise artık genç adam ve tek polis arasında bir düello edasına bürünmüştü. Polis arkada, genç adam önde, güneş ise ufukta doğma çabasındaydı. Genç adam kovalamaca da polis ile arasını açmıştı ama izini kaybettirecek kadar değildi. Hızla koşmaya devam etti. Hayatının en uzun ve bir o kadarda kısa belki de son koşusunu yapıyordu.

 

Dünya aydınlanırken, bir an önce aydınlığa inat otoyolun karşısındaki ormanlık alana ulaşarak, karanlığın bir parçası olma arzusu ile genç adamda adrenalin tavan yapmıştı. Tüm vücudunu saran adrenalin acımasızca diğer tüm duygu, düşünce, acı ve hisleri kamçılamıştı.

 

Genç adam için karanlıkla aydınlığı, esaretle özgürlüğü ayıran tek çizgi aradaki otoyoldu. Özgürlüğe ve hayata el uzatan ormana ulaşmak ve karanlığa karışmak için otoyola koşarak daldı. Otoyolun karşısına ulaşmak üzereyken kan ve hayat taşıyan ambulansın siren ve acı firen sesleri yolu, hayatı ve özgürlüğü sanki bir bıçak gibi kesti.

 

Genç adama çarpmamak için ani manevra yapan ambulans yolun kenarına doğru taklalar atıyordu. O sırada kovalamaca da tek ayakta kalan polis otoyolu geçmek için yola çoktan yönelmişti. Polis üzerine gelen ambulanstan kaçmak istese de artık çok geçti. Ambulans attığı taklaları polisin üzerinde tamamlamak üzereydi. Ancak araya 300 yıllık çınar ağacı girene kadar. Ambulansın taklalardaki başarısı çınar ağacında son bulmuştu. Polis ise hayata çınar ağacı ile tutunmuştu.

 

Genç adam ise o kadar şanslı değildi. Ambulansın darbesi ile ormanlık alana savrulmuştu. Ruh ve beden birbirine tutunmak için savaş veriyordu. Adrenalin yerini soğuk bir korku ve acıya çoktan bırakmıştı zaten. Özgürlük ve yaşama şansı, onun için bir metre mesafede sıkışmıştı. Bir metre gerisi ölüm, bir metre ilerisi yaşam ve özgürlüktü. Keşke bu kadar basit ve genç adama özgü olsaydı. Herkesin hayatını olumlu-olumsuz etkileyen kuralsız bir kader örüntüsünün başlangıcıydı bu. Genç adamı buna iten nedenler utansın!

 

Ambulans içindeki sağlık görevlileri için ise dünya artık tersine dönüyordu. Hayat ise onların ellerini tutmayı bırakmamıştı ve öyle bir düşüncesi de yoktu. Hayat onlara bunu borçluydu. Sağlık görevlileri zorla kendilerine gelerek hemen yerçekimine adapte oldular. Ambulans şoförü ise o kadar şanslı değildi. Hayatta, ama ayakta hiç değildi. Onu ayakta tutacak birkaç kemik bu kadar baskı ve strese dayanamamıştı.

 

Sağlık görevlilerinden birisi, burada, kaza alanında kaldı. Diğeri ise yanına kan ve ilk yardım malzemelerini alarak yola koyuldu. Birkaç kilometre öteye hayat götürmeliydi. Gideceği yere çok yaklaşmıştı ana yoldan ayrılarak patika yola girdi.

 

Sonbahar yazı terk etmekte zorlanırken, rüzgarları ise yerdeki sararan son yaprakları süpürüyordu. Eski tahta bir evden sızan ışıklar ise patika yolu aydınlatıyordu. Ortalık çok sessizdi. Belki çok geç kalmıştı. Sağlık görevlisinin adımları yavaşladı ve umutsuzluk tenini kapladı.

 

O sırada, yükselen acı tatlı bir çığlık, sağlık görevlisinin tükenen enerji ve umutsuzluğu yeniden alevlendirdi. Hızla eve yönelerek yarı açık tahta kapıdan direkt içeri daldı. Evet sağlık görevlisinin bugüne kadar gördüğü birçok vaka vardı ve o her şeye hazırdı. Ama bu sefer farklıydı.

 

Kanlar içinde yatan kadının son el uzatışına, yetişip uzanıp tutmak istedi, ama yetişemedi. Kadının uzanan eli yolunu kaybetmiş bir kar tanesi gibi yavaşça sağa ve sola hareket ederek düştü. Kadının gözlerindeki ışık yok olurken dünya ışımaya, büyümeye ve kendini aşmaya devam edecekti. Yaratıcı ise boş durmayıp bizi var ederken yok ta edecekti. Ama yaratıcı bu kez bizden bir kadını, bir anneyi alırken cömert davranarak bir erkek evlat vermişti.

 

Hoşça kal son kalan tüm gücünü ve canını tek bir nefeste, bir bebeğe nakleden kadın. Hoşça kal anne. Hoş geldin bebek…

 

 

2 yorumlar

Nusret Atayman 03/06/2021 - 13:07

Çok güzel .Kaleminize sağlık

Cevapla
Mesut Demirbas 03/06/2021 - 15:06

Çok teşekkürler 🙂

Cevapla

Yorum Yaz